Saturday, August 25, 2012

Pinokyo


Dinle…
Kalbimdeki med-cezirlerin sesidir iç çekişlerim, ağlamaksa çoktan unuttuğum bir senfoni.
Yalvarırım çek git işine, kandırma beni sen öldün.
Varlığındaki yokluğunu beklemiyorum artık çünkü sen öldün.
Dinle beni ey yalancı!
Sen Pinokyo’ ydun bense yabancı.
Gitme kal demeyi çok isterdim ama sen öldün. Bu bankta  en son küllerin kalmıştı onu da rüzgar yalayıp yuttu. Sonra yağmurlar yağdı durmadan, derken yaz geldi; güneş açtı. Kavurdu sıcağıyla. Dolayısıyla zerren bile kalmadı sen öldün.
Biliyor musun cenazene gelmeyi çok istedim, bir dost gibi; son vefa; son yolculuk.
Sonra dedim ki sen aşkın suç ortağısın; bir masumun celladı. Nasıl kandırdın, baştan çıkardın bilmiyorum; önce ölüm meleğiyle dans ettin sonra azrailim sendin zaten. Hatırladığım, hissettiğim ilk acı damarlarıma enjekte edilen içi aşk dolu şırıngaydı. Ama sonra üşüdüm… üşüdüm… üşüdüm.
Bilsen ne zor içimdeki tipiye inat son enerjimle yuvalarından fırlamış gözlerine yalancı diyebilmek.
Yerinde duramayan kısraklar gibi köpürmemek imkansız…
Biraz sonra zamandan silinip leş kargalarına bir öğün olacağımı bilmek, nasıl yaptı bunu nasıl kıydı bana diyip halen aşık ölebilmek ve kalbime söz geçirmek…
                           - Ama yine de vasiyetimdir:
Bulutlara söyle ağlamasınlar, ıslatmasınlar seni. Üşütürsün.
Rüzgar sarhoşluğun sırası değil, uzak dur sevgilimden.
Güneş bir de sen kızdırma beni; yaklaşma teni beyazıma emi.

Ve sen Pinokyo….
Yok olanın ben olduğunu sanıyorsun ama damar damar ruhu çatlayan sensin bendeki sadece bedeni.
                            - Ahh kahretsin,
Bilsem de mutluluk seni unutmakla başlayacak, son nefesimi verirken bile:
Özledim seni…………